Facebok

8 Aralık 2013 Pazar

ENDONEZYA SULAWESİ ADASI(!)

Flores'den Endonezya'nın dört büyük adasından biri olan Sulawesi'nin güneyine uzun bir feribot yolculuğuyla geçtik. Gemide neler yoktu ki. Bir adet keçi, bir sürü manda, bir kaç kamyon ve onlarca motor ve çöpler, çöpler, çöpler... Bu kadar mandanın ne işi var burada diye düşündük ama sorunun cevabı bir kaç gün sonra belli oldu.
İçerisi pislikten geçilmiyor, sigara izmaritleri, her türlü ambalaj çöpü, kuru yemiş ve meyve kabukları.. Eline geçeni yere yada denize atıyor insanlar çöp kutusuna değil.. Ve herkes bir örtü serip yerlere yayılmış durumda. Biz de bir kenara geçtik ve 28 saatin ardından Sulawesi adasının en güneyindeki küçük bir sahil şehri olan Bira'ya vardık.




                

                





Hava kararmış ve çok acıkmıştık. Hemen kenarda martabak ( bizim gözlemeye benzeyen, yağda kızartılan bişey ) satan bir yerden soğanlı yumurtalı olanından alıp karnımızı doyurduk. Liman yakınında gördüğümüz ilk turistlere nerede kaldıklarını sorduk ve tarifi alıp başladık yürümeye. Az ileride geniş bir kapıdan geçerken adamın biri bilet almanız gerekli dedi. Meğer burası ulusal parkmış, geçiş ücreti alıyorlar o yüzden ama bir park daha gezecek halimiz kalmadığından ve dalış için kulağım henüz hazır olmadığından 1-2 geceden fazla kalmayı düşünmedik burada. Birkaç yere fiyat sorduk ve hiçbir yerde internet olmadığını öğrendikten sonra zaten saat de geç olmuş en iyisi kumsalda çadır kurmak dedik. Yürürken önünden geçtiğimiz gitar çalıp şarkı söyleyen yerel gençler selam verince yanlarına oturduk. Aralarında Melissa adında rehberlik yapan bir kız var! Tam da ihtiyacımız olan şey çünkü nereye ve nasıl gideceğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yok, internetten araştırma şansı da yok, çok ballıyız yani :) Nerelere gidilir, ne yapılır, nasıl gidilir, en ucuz ve konforlu yol nedir, her şeyi anlattı sağolsun. 
Çizdiğimiz rota güneyden kuzeye doğru sırası ile, nehirde yüzen evlerin bulunduğu Sengkang, kültür ve gelenekleriyle insanı hayretlere düşüren Toraja, Togean adası ( biz vazgeçtik ama keşke gitseymişiz ), en kuzeydeki şehir Manado ve son durak su altı cenneti denen Bunaken adası. Sabah erkenden çadırı toplayıp Bira sahilinden ayrıldık. Bütün yol boyunca toplu taşımayı kullanıcaz ama nasıl?

İLK DURAK SENGKANG

Kahvaltıyı yaptıktan sonra uzunca bir süre bekledik ve bir Bemo yada bu taraflardaki adıyla pete pete denen küçük minibüs bulduk. Sengkang'a gidicez deyip bindik bizi terminale falan götürür diye düşünürken bir okulun önünde durdu. Okuldan çıkan minicik çocukların motorları o engebeli yollarda oyuncak gibi kullandıklarını gördükten sonra kendimizden utandık:) 
Şoför arkadaşımı aradım gelip sizi alacak deyip, indirdi bizi (tabi işaret dili ile anlaşıyoruz) 
Bir kaç dakika sonra geldi ve başka bir bemoya bindik. Yol boyunca bizim çantaların bile zor girdiği bu konserve kutusuna yaşlı, genç, çoluk, çocuk 10 kişiden fazlası sığdı, tam bir döt sıkışması! Herkes karşılıklı oturuyor zaten ayakta durulabilecek bir araç değil, bütün eşyalar poşetler ayaklarımızın dibinde, kucaklarda falan ama yanımdaki dedenin belden aşağısı koltukta oturuyor, üstü kucağıma yatmış, bastonu da kafama dayanmış halde :) 
Terminale vardık ama gideceğimiz yere direkt araç olmadığını belki yarın sabah olacağını söylediler. Yada şimdi bir araç var oraya yakın olan Bone şehri yakınında Bulukumba diye biyere gidiyor dediler. Ne yapalım apar topar atladık. 2 saat gittikten sonra akşam güneşi kovalarken biz başka bir araçla yine hiç bilmediğimiz bir yere Bone şehrine doğru yola çıktık. Yaklaşık 3 saatin ardından akşam saatlerinde Melissa'nın da yardımıyla bizi Bone'de uygun bir otele bıraktılar. Dışarı çıkıp bir şeyler yiyelim dedik ve bu yolculuk sırasında anladık ki Sulawesi gerçekten çok ama çok büyük bir ada ve burada yaşayanlar daha önce hiç turist görmemiş gibi. İnsanlar inanılmaz, güler yüzlü, yardımcı, pozitif.. Her gören Mister, Mis diye arkamızdan bağırıyor, konuşmaya çabalıyor, fotoğraf çektirmek istiyor. Yemek için girdiğimiz restoranda insanlarla fotoğraf çektirmekten yemeye fırsat bulamadık. En son patron gelip fotoğraf çektirdi bizimle. Galiba duvarına astıracak :) 


Bemoda 10dk önce tanıştığımız bu teyzem de gelin benim evimde kalın diyor :)

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra yola çıktık. Öyle birilerinden aldığımız el çizimleri ile bir yol ayrımından Sengkang'a araçlar olduğunu öğrendik. Gittik yol ayrımına, beklemeye başladık. Bekle bekle ne gelen var ne de giden. En sonunda etraftaki esnaftan biri acıdı galiba bize, özel aracına bindirip bir kaç km ileride durak gibi bir yere bıraktı:) Jip tarzı özel araçlar gidiyor, dolmuş gibi iş yapıyorlar. Birkaç kişiyi evinden aldık ve sonunda Sengkang'a doğru son yolculuğumuza çıktık:) Yolcuları beklerken bir gurup ufak çocukla tanıştım, öyle mutlu oldular ki biraz konuştuk, fotoğraf çektim, ayrılırken arabanın peşinden koşuyordu hepsi:)




Nihayet şoför bizi ırmağın kenarına bıraktı. Şişman bir adam tek kelime anlaşamamıza rağmen bizi bir bota bindirdi. Oysa ölesiye açtık. Yine yaklaşık bir saatlik dalgalı ve ıslanmalı bir yolculuk sonunda Tempe gölüne ve gölde yüzen evlere ulaştık. Bir insan neden böyle dalgalı ve bulanık suları olan bir gölün ortasında yüzen evlerde yaşar anlamak güç. Sanırım gölden avladıkları balıklardan sağlıyorlar geçimlerini. Kurutulmuş balık hazırlıyorlar. Endonezya gerçekten hem doğal, hem de kültürel anlamda bir cennet. Ne yazık ki ellerindeki bu değerlerin pek de farkında gibi davranmıyorlar. O kadar uzun yoldan ve bu ilginç göldeki evlerden sonra adam bizi tekrar aynı nehirden geçirerek Sengkang şehir merkezine bıraktı. Bu tur için yaklaşık 15 dolar gibi bir üret aldı. Pazarlık yapamayacak kadar aç ve yorgunduk. Gelirken yol üstünde gördüğümüz bir restorana kapağı zor attık.

















Sonraki durak Toraja. Terminale gittik. Biz buraya gideceğiz dedik ama yine aynı cevap,  buradan oraya direkt ulaşım yok önce bilmemnereye gitmelisiniz diye. Neyse atladık yine bir dolmuşa. Tam anlamıyla tıkış tıkış. Bu sefer gerçekten çook uzun süre gittik. Yol boyunca inen binen eksik olmadı. Akşam üzeri bizi yine bir yol ayrımında bıraktılar. Burada bekleyin araç buradan geçiyor diye. Neyse, kendimizi durağa attık. Artık hava da kararmıştı. Etrafta bir benzin istasyonu ve bir iki ufak warung ( restoran-büfe ) vardı. Gidip soruşturduğumuzda Toraja'ya gece saat 12 de bir otobüsün olduğunu söylediler. Bu durağın üstüne çadır kurup sabah mı bakalım yoksa geceki araca mı binelim diye düşünürken sivri sineklerin saldırısı başladı, kendimizi benzin istasyonundaki bir kafede bulduk. Yiyecek doğru düzgün bir şey yok. Bisküvi çay falan aldık ve otobüsü beklemeye koyulduk. Yarım saat sonra yan masadan bir adam selam verdi. Bastian. Muhabbete başladık, nereye gideceğimizi söyledik.  'Benim evim Palopo'da yani Toraja'ya giden yol üstünde, iş için gelmiştim buraya şimdi dönüyorum, isterseniz benimle gelin bu gece misafirim olun yarın istediğiniz yere gidersiniz' dedi :)
Karısını arayıp oda hazırlattı. Yol boyunca su, meyve suyu ıvır zıvır aldı. Evine gidince göstermiş olduğu hürmet ile bizi inanılmaz mahçup etti. Ertesi sabah kahvaltıya götürdü ve Toraja'ya kadar yaklaşık 4 saatlik yolu  da kendi arabası ve şoförü ile birlikte gittik. Öğle yemeği molasında da bize ödetmedi hiçbişeyi hatta yoldayken telefon numaralarımızı verdik birbirimize o sırada ben çağrı yapamayınca kredi kalmadığını anladık telefonda. Hemen bir arkadaşına telefon edip telefonumuza para yükletti, ısrarlarımıza rağmen de parasını almadı. 
Yol boyunca Toraja hakkında merak ettiğimiz her şeyi anlattı rehberlik etti. Kakao ağacı ve taze karanfile kadar etrafımızdaki ağaçlardan bahsetti. Aşık olduğumuz mangostan meyvesinin ağacını da gördük, henüz meyve vermemişti iyi ki yoksa bütün ağacı indirip başımızı belaya sokabilirdik :)

Makasar'da kelebekleri ile ünlü bir ulusal park olduğundan ve buradaki şelaleden bahsetti. Eşşeğin aklına karpuz kabuğunu sokmuş oldu böylece. Toraja'da uygun ücretli bir homestay bulunca yerleştik ve vedalaştık.. Otel parasını da ödeyeceğinden korktum valla :)
Bu kadar iyilik karşısında ne yapacağımızı şaşırdık, bankada çalışan 3 çocuklu 40 yaşında ama her Asyalı gibi 25 gösteren bu adamın İstanbul'da bir evi var artık ve istediği zaman istediği kadar kullanabilirler.





                    





                    





HOTEL - WISMA MARIA'DAN ODA MANZARASI



TORAJA

Yüksekte yaşayan insanlar anlamındaki kelime tam anamı ile bu şehri tarif ediyor. Sadece dağın zirvesinde çam ağaçlarının arasındaki yükseklikten bahsetmiyorum ama. Kültürel olarak inanılmazlık ve görkemden bahsediyorum. Bu adamlar uçuyor. 
Sulawesi'ye gelirken feribotta bir sürü bufalo görmüş, anlam verememiştik ama Toraja da neler döndüğünü gördükten sonra anladık.  Araçla gelirken bir düğüne denk geldik. Burada düğünler gösterişsiz olurmuş. Sadece iki düzine kadar domuz kurban edilip basit bir ziyafet verilirmiş. Bambu çubukların içinde domuz eti ve pirinçten yapılmış çok özel yemekleri ve biraları bütün bir Toraja halkı keyifle tüketip bir iki günlük eğlencenin ardından sonra erermiş.


Gelin ile Damadı yakalayamadık








Toraja oldukça büyük ve tüm dağ yerleşkeleri gibi dağınık bir yapıya sahip. Endonezyanın geneli müslüman olmasına rağmen buraya gelen müslümanların onların yaşam biçimleri ve özellikle cenaze adetlerine ters düşen söylem ve eylemlerinden sonra tüm Torajalılar topluca Katolikliğe geçiyorlar.
İki günlük Toraja gezimiz boyunca iki farklı lokasyona gittik. Bunlardan birincisi mimarisi ile göz kamaştıran Kete Kesu köyü. Burada evler ve ölüleri için yaptıkları inanılmaz binalar göz kamaştırıcı. Bu binaların önüne o cenazede kurban edilen hayvanların boynuzlarını asıyorlar ve en üstlerde de tanesi 50.000 dolar ile 30.000 dolar arasında değişen özel ve az bulunan beyaz bir bufalonunkini asıyorlar. İnanılmaz bir rakam tek bir bufalo için 50.000 dolar ve bir cenazede  bazen 10 tanden fazla kesilebiliyor olması bu adamların neden bu kadar yüksekten uçtuklarını gösteriyor. Cenazelerde bu kurbanlar hediye olarak geliyor. Tıpkı bizdeki düğünler gibi kimler hangi havanları  gönderdiği birileri tarafından kaydediliyor ve o kişiler öldüğünde aynı hayvanlar aile tarafından ilgili kişinin töreni için hediye ediliyor. 
Bazı törenlerde 300 den fazla hayvan kurban edilebiliyormuş. Günler süren törenler düzenleniyor ve törenlerde dans ediliyor. Bu bir hüzünen çok bir kutlama havasında geçiyor. Oradaki insanlar bizim ülkemizde törenlerin nasıl olduğunu anlatınca çok ama çok şaşırdılar. Tüm yaşamlarını bu törenlere adamış gerçekten ilginç bir hayat çizgisi tutturmuş farklı bir kültür. 
Ölen kişi cenaze töreni gerçekleşene kadar evde bekletiliyor, bazen bu süre çok uzayabiliyor maddi durumların ayarlanabilmesi için. Otobüste tanıştığımız çocuk babası öldüğünde törene kadar 6 ay evde bekletildiğini söyledi. Çürümeyi engellemek için doktor tarafından ilaçlar enjekte ediliyormuş ölü bedenine.
Mezarlıkları da bir o kadar ilginç. Zaten bir mezarlığa gitmeniz orada neler döndüğünü anlamanıza yeterli oluyor. İlk gittiğimzi köy Kete Kesu'da küçük bir mezarlık vardı ancak ikincisi yani Londa'daki gerçekten çok büyük bir mağara çemberine yapılmış ve sizi orta yaşlı bir rehber gezdiriyor. Adam deli. Uymayın ona. Küçücük deliklerden, dehlizlerden, kuru kafalar ve kemikleri arasından geçiriyor. Ölmeden mezara giriyosunuz yani kısaca. Bide bu minnacık yerde eline sizinle birlikte gezi yapan 10 kadar kişinin fotoğraf makinesini alıp fotoğraf çekiyor. Gerçekten çok komik sahneler. Ancak biz kültüre olan saygımızdan ötürü kemiklere dokunmadık hatta gülümsemedik bile. Mezarlıkta gülünür mü lan! Birlikte gezdiğimiz yerel turist gençlerin ise gülmekten kasıkları şişti :)
KETE KESU









               













                 



                 

LONDA








                 







Burada ulaşım için iki yolunuz var. Motosiklet kiralamak ya da toplu taşıma. Küçük ama dikine yürüyüşleri seviyorsanız en ucuz yol toplu taşıma olacaktır ama bizim gibi yağmurlu sezonda geziyorsanız neredeyse her öğleden sonra yağan yağmur yüzünden bir yerlerde mahsur kalmak çok olası. Cenaze töreni bulmak istiyorsanız şöyle bir şehre çıkın yürüyün. Zaten oradaki rehberler sizi bulacak ve nerede tören olduğunu söyleyecektir dediler ama biz oradayken böyle bir durumla karşılaşmadık ama tanıştığımız bütün turistler bu yöntemi kullanmışlar.
Toraja, yani Sulawesi adasının orta kısımlarına kadar geldik, buradan Bunaken  adasına geçebileceğimiz en kuzeydeki Manado şehrine otobüs yolculuğu 48 saat sürüyor. Gözümüzde büyüdü, rahat bir otobüs de değilse çile olur dedik ve Bastian'ın da önerisini dinleyip 180 derece dönerek geldiğimiz yöne doğru yani en güneydeki büyük şehir Makasar'a otobüs bileti aldık. Buraya Bastian'ın tavsiye ettiği güzel bir şelale ve büyük kelebeklerin yaşadığı Bantimurung milli parkını görmek ve Manado şehrine büyük yolcu gemileri ( Pelni ) ile yata yata rahat ve ucuza geçeriz diye gidiyoruz bakalım..

MAKASSAR - BANTIMURUNG NATIONAL PARK

Toraja'dan Makasar'a  10 saatten az sürdü, sabahın dördünde vardık ve bizi terminalden limana bırakması için bir taksi ile anlaştık. İlk öğrenmemiz gereken Manado'ya Pelni ne zaman var ve ücret ne. Bilet alacağımız yere geldiğimizde 24 saat açık olan acentadaki herkes horul horul uyuyor, götlerinde sinekler uçuşuyordu. Cidden. Bizim de gözümüzden uyku akıyor zaten kıvrıldık bir kenara ama 10 dakikadan fazla dayanamadık sinekler yüzünden kalkıp az ileride açık bir kafe bulduk.
Gün ağarınca oturduğumuz yerde kahvaltı edip bilet sorgulamak için tam limanın karşısındaki aynı yere gittik. Bu firma uçak ve gemi biletleri satıyor ve bize bir sürü opsiyon sundu. Uçak; iki kişi için toplam 100 Euro, Pelni (yolcu gemisi); hemen bu akşam 19:00 da ve iki kişi için 50 Euro ama yolculuk süresi tam 4 gün :)  
Makasar'da yapacaklarımız olduğu için ve bunları yaparken otobüs terminaline gitmemiz gerektiği için bir de kara yolu seçeneğini soralım Pelni bileti almadan önce dedik. 
İki kişinin taşındığı bir bisikletle daha doğrusu trisikletle başlayıp bir sürü araç değiştirerek ve bazen minnacık Bemoda 17 kişi sıkışarak sonunda ulusal parka geldik. Burası ile ilgili bir kaç fotoğraf dışında söyleyebileceğim şudur ki eğer Makasar'daysanız ve boş vaktiniz varsa gidin görün ama sırf burayı görmek için kesinlikle plan yapmanıza gerek yok :)

























EVVET İŞTE BUZ GİBİ SULARDA COŞKUN K. VE TEDİRGİN HANIM KIZLAR :)
Dönüşte terminale uğradık ama özel araçtan başka hiç bir alternatifin olmadığını ve adam başı 30 euroya buradan Manado'ya gidebileceğimizi öğrendik ve hemen diğer opsiyon olan Pelni'de karar kıldık. 4 günlük yolculuk için hazırlık yapmaya vaktimiz bile kalmadan ve yine trisiklet yolculuğu ile sona eren bir maratondan sonra pelni biletlerini alıp gemiye zar zor yetiştik. Elimizin üstüne damgayı yedikten sonra bu enteresan  yolculuk başlamış oldu. 




PELNİ YOLCULUĞU

Gemiye biner binmez nereye gideceğimizi sormaya fırsat vermeden yönlendiren yereller insanların iç içe, haşerelerin üst üste, çöplük içinde ve tuvaletlerden dolayı rezalet kokan ekonomi sınıfı bölümüne gönderdiler bizi. Bu kadar uzun süre burada kalmaya imkan olmadığı için kendimize daha rahat bir yer aramaya koyulduk ve sonunda geminin arka tarafında görece havadar bir yere yatakları serip kendimize yaşam alanı yarattık.









Yol boyunca yüzlerce yunus, uçan balıklar, balık avcılığı için kullanılan bir kaç düzine yüzen kulübe, okyanusun ortasındaki evler ve kilolarca çöp gördük. Çöp bu ülkenin çok ciddi bir sorunu ama kimse farkında değil yada kimse önemsemiyor, insanlarda o bilinç yok ne yazık ki.. Gemi kaptanı koyu bir müslüman ve oldukça büyük bir pezevenk. Yol boyunca her iki saatte bir gemideki bin kadar yolcunun çöpünü okyanusa bıraktı..
İlk gece önceki günün de yorgunluğuyla bebekler gibi uyumuşuz ancak ikinci gece yatarken Coşkun'un üstüne çıktığında farkedebildim koca hamam böceklerinin saat 12'den sonra insanlar ortalıktan çekilince karıncalar gibi her yanı sardığını.. O gece uyuyamadım, bir yandan fosur fosur uyan Coşkun'a yaklaşanları uzaklaştırdım bir yandan da gözlem ve araştırmalarım sonucu bu evlat olsa sevilmeyecek hayvanların nerede çok nerede yok olduklarını anladım ve ertesi gün ilk iş yatakları taşıdık, sonrası rahattı.
















Üç öğün tavuk pirinç ( pilav demiyorum bak sadece pirinç! ) yemekten ve çöp görmekten bıksak da, kahve-fıstık keyfini, masmavi okyanusu ve gün batımını seyretmeyi, özellikle son günlerdeki sessizliğin keyfini yaşamak bir ara sanki o gemide doğmuş ve o gemide ölecekmişiz hissiyatında olsak bile fazlasıyla değerdi.
4 gün boyunca 8 farklı limana bazen 2 saat kadar bazen ise sadece 10 dakikalık molalar vererek Manado'ya yaklaşık 1 saat uzaklıktaki Bitung şehrine vardık. 









Gemiden indiğimizde yine ve yeniden saat oldukça geçti ve gemide tanıştığımız Charlie bu gece arkadaşıyla Manado'ya gidebileceğini, ondan haber beklememizi söyleyerek bizi bir süre bekletti. Yemek yeyip birşeyler içerek geçirdiğimiz süreden sonra Charlie'den Manado'ya sabah gideceği haberi gelince gecenin saat 10'unda otel aramaya koyulduk. Çadır için limanda gözümüze iyi bir yer kestirmiştik ama gece kapılar kapanmış. Bir kaç otele sorduk ve her yerin dolu olduğunu gördük. Öyle napıcaz şimdi diye dolanırken kızın biri nasıl yardımcı olabilirim diye sordu ve bizim günlerce arasak bile bulmamızın imkansız olduğu oldukça da ucuz bir hostele götürdü :)
Ertesi sabah Charlie ile görüşüp bizi alması için limanın önüne gittik. Araçta 4 kişi olacağımızı düşünürken aynı gemi taşımacılığı şirketinde çalışan gençlerin düzenlediği gezinin ortasında bulduk kendimizi. Arabaya 8 kişi sıkıştık ve Bunaken adasına da onların ayarladığı tekne ile birlikte geçtik. Keşke daha fazla vakit geçirebilseydik bu güzel insanlarla ama onlar günübirlikçi, vakit değerli, bizimse kalacak yeri ayarlamak için dolanmamız gerek adada o yüzden vedalaştık ve onlar şnorkele biz fiyat araştırmasına başladık..
Birkaç gün içinde Bunaken hakkında da yazıcaz.  İyi haber şu ki -bizim su altı fotoğraf makinesi bozulmuştu- ama arkadaşların çektiği fotoğrafları aldıık :)
Su altı cenneti Bunaken adasından manzaralar çok yakında buradaa!

Emine&Coşkun

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder